Kuşlar takvimleri bilmez, zamanı gelince yola revan olurlar. Bir sabah ansızın uçup giderler, uzak, sıcak diyarlara doğru. Sonbahar gelmiştir, hazan çökmüştür kent’e. Hüznün rengi sarıdır bu aylarda, kırlangıçlar göçmüş, turnalar uçmuş, yapraklar sararıp, dalından toprağın bağrına düşmüş. Mahallede bir yiğit askere uğurlanmış, bir gelin kınalanmış, analar kışlık zahire hazırlamış, bir kız bebek doğmuş, adı eylül, sinemalarda bir film, adı ayrılık, radyoda bir şarkı makamı hicaz. Çise yağmış ıslak sokaklarda zamansız bir yaşam telaşı, hep bir yerlere geç kalınmışlık, hep bir yerlere yetişememezlik, insanlar gülmeyi unutmuş., bir yudum huzura hasret. Bütün canlılar amansız bir ekmek kavgasında, rızkının peşinde. Herkes biraz yaralıdır aslında, adına yaşam denilen bu hayat kavgasının ortasında, faili hazan diye bilinir. Ve herkes Biraz yalnızdır, bu insan karmaşasında. Sabah ezanıyla çıkar evinden yorgun yüzlü işçiler, tedirgin gecelerden eflatun sabahlara, ellerinde azığı, sırtlarında hayatın yükü, esnaf kahvesinde çaylar demlenmiş, fırınlarda taze ekmek kokusu. Güz gelmiştir, hazan çökmüştür kente, zamanı gelmiştir artık, kırlangıçlar göçmüştür, değilmidir ki? ‘’Her nasip vaktine esirdir’’, insanoğluda böyledir, lakin havalar soğuyunca değil, yüreği soğuyunca terk-i mekan eyler, mevsimlerden bağımsız, sessiz, zamansız bir elveda ile, kırlangıç misali.