Kim bilir kaç asırdır çalınmamış kapısı, ne bir komşu, ne akraba, ne de bir tanıdık, kimi kimsesi yok, ne o eski şarkılar ne de mutfaktaki güzel kokular, eskisi gibi ağzının tadı yok. Bu ev o eski evi miydi, yoksa kendisi bu evde bir yabancı mıydı. Yalnızlık nasıl böyle sirayet etmişti sinsice hüzün coğrafyasına, iklim nasılda dönmüştü hazana. Hafızasını defalarca zorlamasına rağmen bir cevap bulamıyordu bu sorulara. Karanlık odalarda resimler solmuş, duvarda asılı saat ansızın durmuş. Nicedir yağmur görmemiş toprağı, saksıda çiçekler kurumuş. Koparılmamış günlerdir, takvimin yaprakları solmuş Odalar loş, Duvarlar soğuk, yürekler gamlı, her iklim-dört mevsim, tavanlar nemli. Hangi kapı koluna dokunsan paslı bir hançer gibi kanatır parmakları. Bu salon, bu oda, bu koridor, böyle sessiz, böyle kimsesiz değildi. Kaç bahar, kaç hazan, kaç karakış yaşanmıştı oysa böyle köhne, böyle yabancı böyle gaddar değildi bu duvarlar. Bir rüyamıydı, yankılanan o şen kahkahalar, balkonda içilen çaylar, zihninde ki onca anılar. Şimdi niye böyle sessiz odalar, niye kaldı böyle kimsesiz. Akşamın karanlığı erkenden çöker pencereye. Kapkara bir bulut gibi. Ürperti verir adeta bu devasa sessizlik. Hiçbir ışık aydınlatamaz gecenin zifiri karanlığını, Sarılır uyumak için kimsesizliğine, yatağı yalnızlığın koynunda. Hele bir, Dışarı çıkmaya görsün. Sokak kapısı bir bozkıra açılır, son tren aylar önce geçmiştir usulca rayların üzerinden, İstasyonlar artık boş. Panayırlar sessiz, pazarlar sakin, caddeler kimsesiz. Sendeler ayakları, açık denizde savrulan mülteci teknesi gibi, hangi kıyıya kürek çekse sınır ihlali. Bir savrulsa bu sular adamı boğar. Bilinmez Bir ömre daha kaç bin dert sığar.