Etliye ve sütlüye karışmayan, kendi halinde biriydi. Kapı komşumuzdu ama kendisiyle tanışmıyorduk. Ne dini yaşardı hayatında, ne de dine karşı diklenirdi. Nötr bir yapıya sahipti anlayacağınız.Cereyan eden hiçbir yanlışa yanlış demediği gibi doğru şeylere de alkış tutmuş değildi. Haramlara ve günahlara bir şey söyleme cesaretini toplayamazdı yüreğinde ancak dini her hangi bir kuralın yanlışlığından dem vurmaya başladı mı vitesi beşe sallar, dur durak bilmez, tepetaklak düz giderdi. Sadıklarla ve salihlerle beraber olması gereken bir ortamda bulunmayı kariyeri ve geleceği açısından sakıncalı bulurken namüsait ortamlardan ve arsız insanlardan ayrı kalmayı da pek düşünmüyordu şimdilik. Yapması gereken işleri ertelemekte mahir, yapılmayacak davranışlardan geri kalmayacak kadar da cesurdu. Merdivenleri çıkarken; “İleride birçok şey düzelecek, siz de görecek ve buna şahit olacaksınız.” diyordu kendi kendine. Maddi konularda hem titiz, hem de ince eleyip sık dokuyan biriydi. Para kazanma konusunda kimseye benzemez, faizi krediye çevirdiğinden bu yana epey yol almıştı. Zarara tahammül edecek yapıdan fersah fersah uzaktı. En ufak bir alacağından vazgeçmeyi dahi iflasla eşdeğer gören zat-ı muhterem, vakti zamanında büyük büyük ödemelerin üstünü nasıl çizdikleriyle göğüsünü gere gere övünürdü. Hala kocaman kocaman alacaklıların üstünü kalın çizgilerle çizmeye de çalışırdı usul usul. İbadetlerden bedenini sakındırdığı kadar günahlardan sakındırmanın gerekli olduğuna bir türlü inandıramıyordu yüreğini. Düzeltemiyordu bu konudaki düşüncelerini, fikirlerini. Namaz ibadetine şahit olan hiçbir insan bulunmazdı yer yüzünde. Ancak oruç tuttuğuna, zekat verdiğine hatta Kur’an okuduğuna şahit olan bir tek insana da denk gelinmiş değildi şimdiye kadar. Dini meselelere “vicdan meselesi” dediği kadar; oyun ve eğlenceye, spor ve kültürel faaliyetlere, bol kahkalı iş ve işlemlere, zevk-ü sefaya iştirak etmenin gerekliliğini ve dahi lüzumunu bir sosyal sorumluluk olarak dile getirmekten de geri kalmazdı mübarek. Evet! Etliye sütlüye karışmayan, kendi halinde biriydi. Tek başına işe gider yine tek başına eve dönerdi. “Anlamıyorum” kelimesini sık sık kullanırdı günümüz Müslümanları için. “Hem Müslümanım derler hem de ibadetlere riayet etmezler.” diyerek eleştiri oklarını savururdu ortaya. Neden ağızlarından çıkan sözler ile sergilenen fiillerlerin birbiriyle uyumlu ve tutarlı olmadığından yakınırdı her daim. Hem demokratım, hem de Müslüman derdi ulu orta. Tatları, lezzetleri, iş ve işlemleri farklı iki kelleyi bir tencerede pişirmeye çalışırdı. Hem nalına vururdu hem de iki gözün görmediği bir anda mıhına. Ama demokratlığı ön plana almaktan, laik geçinmekten, örf ve adetlere sıkı sıkıya bağlı olmaktan geri kalamayacağını deklare etmekten kıvanç duyduğu kadar “Müslümanım” demekten mutluluk duymazdı. Yanlış işlere; “Yaka silken adam.” olarak tanınırdı çevrede. Saman altından su yürütmenin yirmi birinci yüzyılın en önemli sanatı olduğunu söylerdi en sevdiği dostlarına. Söyledikleriyle dikkat çekmeye ve her türlü yanlışı diskalifiye etmeye çalışırdı.Sair insanlar gibi “din” denilince nereden devşirdiği belli olmayan fikirlerini serdederdi ortaya. Kimi zaman laik, kimi zaman demokrat, kimi zaman müptezel, kimi zaman da bilmem ne bela takınırdı ortalıkta. Mensubu(!) olmakla övündüğü din, mahzun mahzun dururdu kenarda. Suyu sabuna dokundurmazdı. Amma çok kurnazdı. Kafasında kırk tilkiyi dolaştırır, hiçbirinin kuyruğunu diğerine değdirmezdi. Kimseye güvenmez, işini riske atmayı hiç sevmezdi. Hastalandığı vakitlerde gidebileceği en iyi doktorların adreslerini ve yeterli parayı eksik etmezdi cüzdanın bir köşesinde.