Ölüm; Unutmamamız, her daim hatırımızda tutmamız ve bu minvalde bir hayat idame etmemiz gereken kaçınılmaz bir vakıa. Çevremizdeki insanlara her an ölebileceklerini söyleyemediğimiz gibi hatırlatamıyoruz da. Çünkü onlar ölümden, biz de onlardan korkuyoruz. Ağızların tadını kaçıran, yanlışlara, günahlara engel, set ve perde olan bir ölüm. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde: “Lezzetleri yok edeni (yani ölümü) çok hatırlayın.” (Nesâî, Cenâiz, 3) diyerek bizleri uyarmaktadır.Toplum olarak dini vecibeleri arkamıza attığımız gibi ölüm kavramını da tedavülden çıkardık. Hatta ölebilme ihtimalimize de inanmıyoruz. Çünkü öldürdük bu ihtimali. Böylece bu dünyadan el etek çekip gidebilmeye ihtimal dahi vermiyoruz. Artık, neyimize güveniyorsak!Yaşantısını ölümsüzlük üzere kurgulayan insan, kendisi veya çevresindeki insanlar için vakt-i zamanında gelen ayrılıklara karşı sabırsız davrandığı gibi isyankar sözleri de esirgemiyor ağzından. “Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafikun/11)Neremiz doğru ki sözünü doğrular nitelikte; “Zamansız geçti gitti” diye bir cümle kullanıyoruz her ölen insanın ardından. Bu zamansızlık durumunun kime göre, neye göre, nasıl tanımladığımızı da henüz kavrayabilmiş değilim. Bilen biri varsa aydınlatmalarında fayda mülahaza ediyorum.Ya ayetleri ve hadisleri bilmiyoruz ya da ayetlere ve hadislere rağmen konuşmayı ve durum analizleri yapmayı bir maharet olarak algılıyoruz. Peki söz konusu bu “zamansızlık” giden kişiye göre mi yoksa geride kalanlara göre mi tanımlıyoruz? Belki de uzun menzilli projeler, sonu gelmez ihtiraslar ve dibi görülmeyen dünyevi iş ve işlemler için kullanılıyor da olabiliriz.Zamansız geçip gittiğine inanılan şahıs aslında tam zamanında, tam vaktinde, tam yerinde hem de olması gereken bir anda, bir şekilde, bir durumda el salladı bizlere. Amma hesap vermek, hesaba çekilmek üzere. Ölen her insanın nurlar içinde uyuduğunu sanmayın. Çünkü Firavun ve benzerleri; “Bu azap, onların sabah akşam sokulacakları ateştir. Kıyamet koptuğunda, “Firavun ailesini en şiddetli azabın içine atın!” denilecek.” (Mü’min/46) ayeti kulaklarımızda bir küpe misali kalması ve çınlaması gerekmez miydi?Eli boş uğurladığımız her insan ne bir saniye erken ayrıldı aramızdan ne de bir saniye geç kaldı. Çünkü Yüce Allah; “Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf/34) diye uyarıyor bizleri.İçine dalmış olduğumuz gafletten mütevellit farkına varmıyor olsak da her insan aslında günübirlik ölüyor. “Allah, ölüm vakitleri geldiğinde insanları vefat ettirir, ölmeyenleri de uykularında ölmüş gibi yapar. Ölümüne hükmettiklerini tutar, diğerlerini ise belli bir süreye kadar (hayata) salar. Kuşkusuz bunda iyice düşünenler için dersler vardır.” (Zümer/42) Eğer bilebilseydik; “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz.” (Al-i İmran/145) ayetini kendimize ser defter kılardık. Sanırım ahireti istemediğimiz için ahirete irtihal eden hemen herkes için erken ayrıldı tabirini kullanıyoruz.İnsan olarak elimiz kolumuz bağlı bu konuda. Ne yaparsak boş. Ne söylersek afaki.Erkenden demir almak isteyen nice insanların istekleri kabule şayan görülmediği gibi bu yolculuğu unutan ve dışlayan nice insanlar da demir aldı bu limandan hem de gözlerimizin önünden. Çünkü; “Hiçbir ümmet, kendi ecelini ne öne alabilir, ne de onlar ertelenebilirler.” (Hicr/5)Ölüm; davranışlarımız ve isteklerimize göre şekillenen veya şekillenecek olan bir durum, bir olgu değildir. “Eğer Allah, onların hayra ulaşmak için çarçabuk davrandıkları gibi, insanlara şerri de çabuklaştırsaydı, mutlaka ecellerine hüküm verilirdi. İşte Bize kavuşmayı ummayanları Biz böylece taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakırız.” (Yunus/11)Ölüm; insanların işledikleri iyilikler veya kötülüklere bağlı olarak gerçekleşen bir durum da değildir. “Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.” (Fatır/45)Keşke Nasreddin Hoca misali ölüm gerçeğini burnumuzun üzerine yapıştırabilseydik.Kalın sağlıcakla.
Evet iradî ölüm ya da İradi yaşam bir kez daha hatırladık ki bizim irade ve isteğimizle olmuyormuş . Zaman kavramı göreceli imiş ; kime göre olduğuna dikkat etmek gerekir mis vesselam.